Kekemelik Forum

Tam Versiyon: Kekemelikle İlgili Kuramlar
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
 Kekemelikle İlgili Kuramlar
Kekemeliği açıklayan çok sayıda yaklaşımın olması, konuyla ilgili çalışanları bir çok bulgu ve tedavi yöntemi ile karşı karşıya getirmektedir. Her tedavi yaklaşımı, bir kuramın üzerine yapılandırılmıştır. Örneğin, davranış değiştirme teknikleri ile tedavi yöntemi, kekemeliği "öğrenilmiş" bir davranış olarak ele almaktadır. İşitme testlerinden elde edilen sonuçlar, kekemeliğin işitsel geribildirim mekanizmalarındaki bozukluğa işaret ettiği şeklinde yorumlanırken, kalıtımın kekemelikteki etkisi ile ilgili çalışan araştırmacılar, kekemeliğin kalıtımsal bir bozukluk olduğunu ileri sürmektedirler. Bu yaklaşımlardan her biri kekemelik hakkındaki verilerin bir açıklamaya çalışır, ancak henüz kekemelik hakkında tüm araştırma verilerini bir arada açıklayabilen bütünleyici bir yaklaşım yoktur. Diğer yandan ilgili temel tartışma, daha çok kekemeliğin psikolojik kökenli mi,fizyolojik   kökenli mi olduğu ayrımında odaklaşmıştır .

Serebral Baskınlık Kuramı   

20. yüzyılın başlarında psikanalitik kuram doğrultusunda, kekemeliğin, "ruhsal" bir bozukluktan (nevroz) kaynaklandığı görüşünün taraftar kaybetmesiyle birlikte, bozukluğun nörolojik kökenli olduğu görüşü ortaya atılmış ve kısa bir süre için de olsa geniş ölçüde kabul görmüştür. Travis , kekemeliğe beynin bir yarısının diğer yarısı üstünde yeterli ölçüde baskınlığı olmamasının yol açtığını ileri sürmüştür.    Bu kurama göre kekemeliğin nedeni; ses, artikulasyon ve solunum sistemleri arasındaki kassal ve aerodinamik koordinasyon bozukluğudur. "Serebral Baskınlık" kuramına göre dilin sol ve sağ yarısı , çene ve diğer konuşma yapılan motor sinir itkilerini iki yarımküre yapısındaki ayrı kaynaklardan almaktadır.
Akıcı konuşma için bu iki itki akiminin uyumlu çalışması gerekmektedir. Bir yarımkürenin sinir itkilerini zamanlaması için daha baskın olması gerekmekte, yarımkürelerden birinin daha baskın olmadığı durumlarda ise yarımküreler birbirinden bağımsız hareket etmektedirler. Bu durumun sonucunda, konuşma kaslarının iki yarısı arasındaki hareketlerin uyumlu çalışamaması nedeniyle konuşma bozukluklarına yatkınlığın ortaya çıktığı vurgulanmaktadır.    Nöropatofizyolojik olarak sol temporal ve frontal bölgede kanlanmanın azaldığı (özellikle konuşmanın motor merkezinde) ve asimetrik kan akımı olduğuna dair araştırmalar vardır.

Serebral Baskınlık Kuramı, açıklamalarıyla bir süre ilgi uyandırmış ve alandaki çalışmalar kekemelerin hangi ellerini kullandıklarına dair yoğunlaşmıştır. Sonraki yıllarda laboratuar çalışmaları sonucunda, kekeme olan kişilerin akıcı konuşmalarında sinir iletilerinin dakik senkronizasyonu olduğu bulunmuş ancak Travis'in de öngördüğü gibi kekemelik sırasında sinir iletilerinin sol ve sağ çene kaslarına farklı zamanlarda ulaştığı görülmüştür. Bu bulgu ile desteklenir gibi görünen kuram, ileriki yıllarda kekeleme sırasındaki anormalliklerin kekemeliğin bir özelliği veya aşırı kas geriliminin ve kekeleme anındaki ani duygusal değişimin bir sonucu olabileceği görüşünün ortaya atılmasıyla geçerliliğini yitirmeye başlamıştır (Van Riper and Emeric, 1990). 


Nörobiyolojik Mekanizmalar
West (1958), kekemeliğin duygusal stres ile tetiklenebilen nöbetlerin eşlik ettiği, epilepsiyle ilişkili konvülsif bir bozukluk olduğunu düşünmüştür. West, kuramını kekemeliği olan kişilerde kekeleme anında gözlenen kan-seker dengesizliğiyle ilişkilendirmiştir. Bu kuram,kekemelikle ilişkili nöro-psikolojik, beyin dalgaları, kan kimyası, bazal metabolizma araştırmalarıyla ilişkilidir. Kekemeliğin nedenini, konuşma esnasında ortaya çıkan fizyolojik ve aerodinamik olaylarla açıklamaya çalışan araştırmacılar kekemeliğe, fonasyon, solunum ve artikülasyonla ilgili problemler olarak bakmışlardır. Schwartz, kekemeliğin ses tellerindeki aşırı gerilimden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Schwartz’ a göre; çocuk gerilimini ses telleri üzerinde odaklaştırmak gibi bir eğilimle doğmuşsa, kaygı verici bir durumla karşılaştığında, konuşmak için ses tellerini bir araya getirdiğinde, fazla gerilim ses tellerinin aniden kapanmasına neden olur. Bu kapanmaya “laringospazm” denir. Kekemelik laringospazma verilen tepkidir.   Günümüzde akıcı konuşan bireylere kıyasla, kekemeliği olan bireylerin beyin aktivitelerinde ne gibi farklılıkların olabileceğini araştırmak üzere “positron emission tomography (PET)”, “functional magnetic resonance imaging (fMRI)” ve diğer beyin görüntüleme tekniklerinden yararlanılmaktadır. Yapılan araştırmalarda, kekeleme anında sağ hemisferde ortaya çıkan sıra dışı aktivasyonun terapiyle ya da akıcılığı arttıran stratejilerle azaldığı ve temporal lobda yetersiz aktivasyon olduğuna ilişkin genel bir uzlaşma olduğu görülmektedir. Ancak, bulgular arasında önemli farklılıklar da bulunmaktadır. Ingham, bu durumun, konuşmayla ilgili nörolojik süreçleri incelemede kullanılan farklı yöntemlerin, sonuçları önemli ölçüde etkilemesinden kaynaklandığını düşünmüştür (Ingham, 2003)

Kekemeliğe Tıbbi Yaklaşım
Kekemeliğe tıbbi bir bozukluğun neden olduğu görüşü 1930’lu yıllarda oldukça yaygınlaşmış ve kekemeliğin bedensel bir bozukluğun bir belirtisi olduğuna inanılmış ve bu nedenle kekemelerdeki solunum, kalp atış hızı, kan basıncı, beyin dalgaları, refleksler ve bazal metabolizma ile ilgili bir çok araştırma yapılmıştır. Ancak yapılan çok sayıdaki araştırmalardan elde edilen bulguların çelişkili olduğu görülmüştür (Kehoe, 1998).

Diagnozojenik-Semantojenik (Tanı Kökenli) Kuram
Wendell Johnson’nın “diagnozojenik-semantojenik” kuramı, 1940-1970 yılları arasında en yaygın olarak benimsenen kekemelik kuramıydı.
Diagnozojenik Kurama göre konuşmadaki takılmalar normaldir, ancak takılmalardan kaçınma sonucu oluşan blok ve zorlanma davranışları konuşma bozukluğunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.  Johnson tüm çocuklar için oldukça yaygın ve normal tepkiler olarak kabul ettiği bütün  bu tekrarları ve uzatmaları, “akıcı konuşma hataları” kategorisinde toplamaktadır. Johnson'a göre zorluk, anne-babanın bu yaygın ve normal kabul edilen hatalara kaygı ve heyecanla tepki göstermesindedir. Böylece çocuk duygularını sözle ifade ederken korkmaya ve çekinmeye başlayabilmektedir Kekemeliğin, görülme sıklığında ve gelişiminde kültürden kültüre farklılık görülse de, evrensel bir bozukluk olduğu düşünülmektedir.   Johnson, kekemeliğin çocuğun ağzında değil ebeveynlerin kulağında başladığını vurgulamıştır.Johnson’a göre (1993) kekemelik, kekemenin kekelememeye çalışmak için yaptıklarıdır.
Diğer bir anlatımla, öğrendikleridir.
Van Riper (1992) da, kekemeliğin öğrenilmiş istemsiz tepkiler olduğu ve kekeleme korkusuna karşı geliştirilen bu tepkilerin durumu daha da kötüleştirdiği konusunda Johnson ile aynı görüşte olduğunu bildirmiştir.   Johnson (1956), gözlemleri sonucu çocuktaki normal takılmaları kekemelik olarak tanımlayan ailelerin iki grupta toplanabileceğini belirtmiştir. İlk gruptaki ebeveynlerin çocuklarının eğitimi konusunda mükemmeliyetçi ve aşırı endişeli olduklarını, çocuklarından kibar, düzenli, olgun davranma konusunda talepleri olduğunu ve bu tip ailelerin akıcılık standartlarının da yüksek olduğunu belirtmiştir. İkinci grup ebeveynin ise kendilerinde ya da ailelerinde kekemelik olduğu için, bozukluğun kalıtım yoluyla aktarıldığına inandıklarını ve bu nedenle çocuklarının konuşmasını dikkatle dinleyerek normal bir takılmaya bile aşırı tepki gösterdiklerini öne sürmüştür.
Dolayısıyla Johnson, kalıtımsal aktarımın değil, bu anlamda ailesel bir yatkınlığın olabileceğinden söz etmektedir.


Öğrenme Kuramları

Yaklaşma Kaçınma Çatışması
Sheehan (1958) kekemeliği, “konuşma isteği ile sessiz kalma isteği arasındaki yaklaşma-kaçınma çatışması” olarak açıklamaktadır. Sheehan, ebeveynlerin çocukların konuşmasındaki yetersizlikleri ayıplamalarının bu çatışmanın temelini oluşturduğunu bildirmiştir. Sheehan kuramını geliştirirken; Johnson’ın kekemeliğin öğrenilmiş bir kaçınma davranışı olduğu konusundaki görüşlerinden ve kekemeliğin konuşma isteği ile sessiz kalma isteği arasındaki çatışmadan kaynaklandığına ilişkin Fenichel’in görüşlerinden etkilenmiştir.  “Yaklaşma Kaçınma Çatışması Kuramı”na göre, kekemelik konuşmak ve konuşmamak arasındaki rakip ve çelişkili dürtülerden kaynaklanmakta ve bu eğilimler yaklaşık olarak eşit olduğunda kekemelik ortaya çıkmaktadır. Yaklaşma Kaçınma Çatışması Kuramı’na göre sözü edilen çelişkili dürtüler,çocuğun konuşmak istemesi fakat ne söyleyeceğini, nasıl söyleyeceğini bilememesi ya da yetişkinler gibi konuşmak isteyip henüz akıcı konuşma becerisine sahip olmaması gibi durumlardan kaynaklanabilmektedir.

Sheehan'a göre, kekeleyen bireyin konuşma isteği, sessiz kalmak isteğinden daha fazla olduğunda akıcı konuşabilmekte, sessiz kalma istekleri daha fazla olduğunda da sessiz kalabilmektedirler. Bunun yanında yaklaşma -kaçınma dürtüleri, yaklaşık olarak eşit olduğunda kekelemektedirler. Sheehan konuşmadan kaçınma dürtüsünün kaynaklanabileceği beş farklı düzey açıklamaktadır: 

1. Geçmişten gelen koşullanmalardan dolayı belirli sözcüklere karşı tepki,
 2. Tehdit edici konuşma durumlarına tepki, 
3. Konuşmanın duygusal içeriği ile ilgili kaygı ve suçluluk, 
4. Kekeleyenin, dinleyicilerle özellikle otorite figürleriyle ilişkilerinde kaygı duyması, 
5. Başarı ya da başarısızlık korkusu arasındaki rakip çabalardan kaçınmak için kullanılan ego savunması.  
 Bu açıklamalar, kekemeliğin temelinde hem konuşma kaygılarının öğrenilmesinin hem de kişilikteki bilinçaltı faktörlerin rol oynadığına işaret etmektedir.
Kekemeliğin konuşmayı bastırmak için bilinçaltında yatan bir arzunun temsili olduğu, blokların kişinin bilinçaltında yatan sessiz kalma arzusu ile bilinç düzeyinde yaşadığı konuşma zorunluluğu arasındaki çelişkinin bir sonucu olarak ortaya çıkabileceği düşünülmektedir (Bloodstein, 1995; Sheehan, 1954).


Iowa Okulu
IOWA Üniversitesi’nde başlayan yaklaşımın iki temel amacı var; kekemelerin utanç ve anksiyete duygularını azaltmak ve kekeleme yollarını değiştirmeyi öğretmek.
Eski yöntemlerin çoğu kekelemeyi yasaklayarak onu korkulacak ve kaçınılacak bir şey haline getiriyorlar.
Oysa IOWA Üniversitesi’ndeki bu bakış açısına göre, kekemeye kekeleyebileceğini ancak konuşmasını daha da bozacak kaçınma davranışları yani; korku , zorlama, gerilim olmadan kekeleyebilecekleri söylenmiştir. Bu teknik, “ kekelemek için konuşma biçimini değiştir” diyen görüşten farklı olarak “ kekeleme yolunu değiştir” fikrini savunur. İOWA tedavisinin iki temel amacı vardır; kekemelerin utanç ve anksiyete duygularını azaltmak ve kekeleme yollarını değiştirmeyi öğretmek.
Bu tedavi serebral baskınlık kuramının gölgesinde gelişmiştir. Beryngelson kekemelerin, konuşmalarına karşı nesnel bir tutum geliştirmelerini amaçlıyordu.
Nesnel tutum, kekeleyenlerin konuşmalarıyla ilgili dürüst ve açık bir biçimde diğerleriyle konuşmaları anlamına geliyor. Negatif egzersiz ile, genellikle istemsiz, kontrolsüz ve bilinç dışı olan kekemelik blokları için kontrol sağlama, farkında olma amacı güdülüyordu. Burada negatif egzersiz, istemli kekelemektir. Eski yöntemleri çoğu kekemeliği yasaklayarak onu korkulacak ve kaçınılacak bir şey haline getiriyorlar. Oysa İOWA tedavisinde kekemeye kekeleyebileceğini ancak konuşmasını daha da bozacak kaçınma davranışlarını yani; zorlama, gerilim olmadan kekeleyebilecekleri söylenmiştir. Temel amaç, konuşma korkusunun azaltılmasıdır. Hastalardan, kekelediklerini başka kişilere açıklamaları, korktukları sözcük ve durumların üstüne gitmeleri, bilerek kekelemeleri istenmiştir (İnceer ve Kocadere, 1999).    Van Riper, kekemeliği konuşma korkusundan kaynaklanan öğrenilmiş bir davranış olarak ele almış ve davranışçı teknikler ile değiştirilebileceğini ileri sürmüştür. Van Riper ve Emerick (1990), eski tedavi yöntemlerini, kekemeliği yasakladığı, konuşmayı korkulacak, kaçılacak bir şey haline getirdiği için eleştirmişler ve hızlı iyileşmenin  erken  rölapsa  neden olacağını  savunarak,  öncelikle  kekemelerin konuşma korkularını azaltılmasının gerekliliğini vurgulamışlardır.Konuşmayı korku, gerilim, zorlanma ve kaçınma davranışlarının bozduğunu savunmuşlardır..

Edimsel Koşullama  
  Edimsel Koşullama yaklaşımını savunanlar bazı tekrarlama ve uzatmaların tüm insanlarda (daha çok çocuklarda) gözlendiğinden ve iletişimsel stres anında meydana geldiğinden yola çıkarak kekemeliği tamamen pekiştireç ile açıklamaktadırlar. Bu yaklaşıma göre tekrarlamaların aileden arzu edilen ilgiyi çekmek ve dinleyicinin ilgisini kaybetmemek için kullanıldığı kabul edilmektedir. Böylece dinleyicinin verdiği tepkiler tekrarlamaları pekiştirmekte ve davranış daha sık görülmeye başlamaktadır (Leung, 1990).Edimsel koşullama, kekemelikte birbirine bağlı sonuçların etkisini göstermekle birlikte bir kekemelik kuramı olarak kabul edilmemektedir. Kekemeliğe uygulanması ise sadece, kekemeliğin edimsel süreçler ile şekillendirilebileceği yönünde olmaktadır. Edimsel tekniklerin kullanılmasıyla, akıcı konuşmanın gelişebileceği ve devam ettirilebileceği görüşü, akıcılık biçimlendirme terapilerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur (Perkins et al., 1991).

Klasik Koşullanma Kuramı    
Klasik koşullanma kuramına göre, kekeleyen birey, konuşmayı; anksiyete, korku ve stres gibi olumsuz duygu durumlarıyla birleştirmektedir. Konuşma zorluklarının anksiyeteyi arttırdığı, bu durumun sonucunda da konuşmada kesintilerin ortaya çıktığı belirtilmektedir. Olumsuz duygular klasik koşullanmakta böylece kaygı ve/veya korku akıcık hatalarında koşullu uyarıcı olmaktadır. Başka bir deyişle, öğrenilmiş kaygı ya da korkunun akıcılık hatalarında neden etkisini gösterdiği vurgulanmaktadır (Miller and Watson, 1992).

Beklentisel Kaçınma Tepkisi Kuramı    

Johnson'in "beklentisel zorlanma" olarak da adlandırdığı bu görüşe göre kekemelik çocuğun normal takılmalardan kaçınma çabasıdır. Bu görüşe göre kişinin "zor" olarak algıladığı kelimelerle karşılaşınca takılmamak için çabalaması kekemeliğin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu görüşe göre kekemelik, kişinin kendinde konuşma güçlüğü olduğu inancından kaynaklanmaktadır.
Johnson'in, kekelemeyi kaygılı beklentisel kaçınma tepkisi olarak açıkladığı kuramla ilgili yapılan çalışmalarda yetişkin deneklerin kekelemelerinin %94'ünü öngördüğü gösterilmiştir. Bir çok kekemenin okuyacakları metin içinde hangi kelimelerde kekeleyeceklerini çoğunlukla bildikleri (beklenti), ayrıca okudukları metnin her tekrarında ayni sözcüklerde kekeledikleri gözlenmiştir. Diğer yandan, Johnson bir çok kekemenin bir metni tekrar okuyarak kekemelik sıklığını düşürdüklerini de gözlemiştir.    Çeşitli araştırmacıların, kekemeliği olan bireylerin kekeleyecekleri sözcükleri önceden büyük ölçüde belirleyebildiklerine ilişkin kanıtlarına dayanan Wischner, belirli sözcükler ya da dinleyicinin tipi gibi konuşma durumundaki belirli ipuçlarının endişe yarattığını belirtmiş; kekemeliğin bu ipuçlarından kaçınma davranışı olduğunu ileri sürmüştür. Wischner, kekemeliği öğrenme kuramı ile açıklamaktadır. Buna göre; kekemeliğin gelişiminde, genel konuşma durumu ya da özel sözcüklerle ilgili ipuçları, kekemeliği olan bireyde endişe yaratma özelliğini kazanmıştır. Konuşma esnasında kekemeliği olan bireyin endişesi artmaktadır. Kekeleme davranışıyla veya en sonunda sözcüğü söyleyebilme davranışıyla bu endişe azalmakta ve kekemelik davranışı pekiştirilmektedir.

Geribildirimde Bozulma Kuramı    
Gecikmiş İşitsel Geribildirim Etkisi ile Tedavi (Delayed Auditory Feedback- DAF); görüşü, kekeleyenlerin kendi seslerini nasıl duydukları ile ilgilidir. Bu değişik kuramın kaynağı gecikmiş işitsel geribildirim etkisi ve beyaz ses etkisi olarak iki yeni olgunun ortaya çıkarılması olmuştur. Beyaz gürültü birçok işitilebilen frekanstan oluşan bir sestir. Beyaz gürültü diğer sesleri duymayı zorlaştıran akan suların veya ağaçlardaki rüzgarların sesidir. Birçok kekeleyen okyanus dalgalarının veya hızla geçen trenin yanında akıcı konuşabilmektedirler. Yapay konuşma örüntüsü de davranışçı tedavi içinde değerlendirilen bir başka yöntemdir (İnceer ve Kocadere, 1999).
Pamir (1985), konuşmayı işitsel geribildirim ile denetleyen sistemin yeterince kullanılmamasının kekemeliğe yol açtığı görüşünün günümüzde de kimi araştırmacılar tarafından kabul gördüğünü belirtmiştir.


National Center for Stuttering ( NCS) Kekemelik Kuramı
 Amerika Birleşik Devletlerindeki Ulusal Kekemelik Merkezi, kekemeliğin, ses telleri üzerinde odaklasan gerilimden kaynaklandığına ilişkin görüşünü, yaptıkları klinik gözlemler ve araştırma bulguları doğrultusunda oluşturmuştur.Temel gerilim kaynakları ortaya çıktığında, ses tellerini kilitleme yatkınlığına sahip olan kekeme kişilerde hava akışı kapanarak, ses telleri titreşimi engellenmektedir. Böylelikle oluşan bloğu açma çabasının sonucu ise ses ve sözcük tekrarları ile kendini gösteren kekemeliktir. Ses telleri üzerindeki gerilim artıp konuşmak için gerekli ses telleri titreşimi engellendiğinde, sinir iletileri beyni uyarıp daha önce öğrenilen tepkinin verilmesini sağlar. Bloğu açma çabası keleme tekrar tekrar yaşandıkça pekişerek öğrenilmiş olur. Bu kurama göre kekemelik, ses tellerinden gelen sinir iletilerine karşı öğrenilmiş tepkiler bütünüdür. Yapılan çalışmalar sonucunda, kekeleme beklentisinin ve ses tellerindeki gerginliğin nefes kontrolünün kaybına yol açarak kekemeliğe neden olabileceği görülmüştür. Kekemelerin yalnızken akıcı konuşabilmeleri de, bu gerginlik kaynaklarının olmayışı ile açıklanmaktadır. Bu iki gerilim kaynağı akıcılığı bozarken; konuşma hızı, çevresel koşullar ve fizyolojik etkenlerin yarattığı gerginliğin bir çok kekemenin konuşmasında akıcılığı bozmadığı görülmüştür. Böylelikle, kekeleme beklentisi ve nefes kontrolü kaybı olmadığında, kişinin ses tellerindeki gerilimin belli bir eşiğin altında kaldığı ve bu eşik aşılmadıkça akıcılığın sağlanabildiği görülmüştür. Bu eşik aşıldığında ise kişinin ya kekelediği ya da kaçınma davranışları içine girdiği belirtilmektedir (Schwartz, 1976; Schwartz, 1990).    Schvvartz ve arkadaşları, konuşma öncesinde ses telleri üzerinde oluşan gerilimin beş kaynağı olabileceğini belirtmişlerdir.

Bunlar,
 1. Konuşma öncesi ses tellerinin üzerinde oluşan bir diğer gerilim kaynağı da konuşmaya başlama hızıdır.
Konuşmaya hızlı başlamanın kas liflerinin hareketini arttırarak gerilime neden olduğu anlaşılmıştır. 
2. Akıcı konuşan kişilerde de görüldüğü gibi, konuşmak için gerekli olan ve ses telleri üzerinde oluşan normal düzeydeki gerilimdir. 
3. Ayrıca beslenme yetersizlikleri, allerjiler, ilaçlar, alkol ve uyuşturucu kullanımı, hormonal dengesizlikler gibi fizyolojik sistemle ilgili durumlar da gerginliğe neden olabilirler.
 4. Konuşma öncesindeki gerilimin bir diğer nedeni de ses, sözcük ve durum korkularının yol açtığı kekeleme beklentisidir. Bu beklenti, konuşma korkusu ile birleşince ses telleri de dahil tüm vücuttaki kas gerginliği artmaktadır.
 5. Doğrudan konuşmayla ilgili olmayan gerginlik nedenlerinden biri de evdeki, işteki, okuldaki olaylar ile bağlantılı "normal" stres kaynaklarıdır.

Psikanalitik ve Bilişsel-Davranışçı Görüşler
Psikoanalitik kuramda, kekemeliğin bireyin psikolojik öyküsündeki çatışmalardan kaynaklandığı öne sürülmüştür. Ancak bu durumu destekleyecek deneysel çalışmalar yetersizdir ve kişilikle ilgili yapılan çalışmalarda duygusal rahatsızlıkların veya nevrozun, kekemeliğin nedenselliğiyle ilişkisi olmadığı bulunmuştur.    Freud (1960), psikodinamik faktörlerin konuşma patolojileri üzerindeki etkilerine dikkat çeken ilk araştırmacı olmuştur. Rousey ve Moriarty (1965), konuşma patolojileri ve psikolojik durum arasındaki ilişkiye vurgu yapmışlardır. Cantwell ve Baker (1991) çocuk ve yetişkin psikiyatrik problemi olan nüfus'da, konuşma bozulduklarının yüksek oranda olduğunu göstermişlerdir. Aynı şekilde Gravell ve France (1991) ve Prizant ve Meyer (1993) tarafından yapılan benzer hipotezli çalışmalarda da psikiyatrik problemi olanlarda konuşma bozukluklarının daha yüksek oranda olduğu bulunmuştur.     Bilişsel-davranışçı psikolojik modelde kekemelik, klasik ve edimsel koşullanma prensiplerine göre açıklanmıştır. Bu iki faktörlü teoride bireyin konuşma akıcılığındaki başarısız durumlar ile baş etme mekanizmasında; tekrarlar, ses uzatmaları ve ikincil davranışları kullandığı öne sürülmektedir. Öte yandan, semantojenik veya diagnostik kuram olarak adlandırılan teoride problemin ana kaynağı;   çocuğun konuşma   akıcılığındaki   normal   takılmaların ebeveynler tarafından kekemelik olarak etiketlendirilmesiyle ilişkilendirilmiştir (Kaplan ve Sadock, 2005).    Büchel ve Sommer (2004)  iki faktörlü teoriyi; ilk faktörün daha çok yapısal veya fonksiyonel santral sinir sistemi anormalliklerini kapsadığı ve ikinci faktörün de öğrenme mekanizmalarına bağlı pekiştirme mekanizmaları ile ilişkili olduğu şeklinde yorumlamışlardır.

Psikolog Asım Eren'in kitabından alınmıştır.
Kaynakça
AKGÜN, Ö. “Türkçe Konuşan 3-6 Yaş Grubundaki Kekemeliği Olan Ve Olmayan Çocukların Konuşma
Akıcısızlıklarının İncelenmesi” Dil ve Konuşma Terapistliği Anabilim Dalı Anadolu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Eylül, 2005 A. AYTUNA, Hasip   MİLLÎ EĞİTİM BASIMEVİ.1.Baskı-İSTANBUL -1960.
BALTAŞ, Zühal, BALTAŞ, Acar, Stres ve Başaçıkma Yolları, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1988.
Bugay, F., “Aile tutumlarının kekemelik problemi olan çocukların psiko-sosyal gelişimine etkisinin incelenmesi”, Hacettepe Üniversitesi Yayınlanmamış Bilim Uzmanlığı Tezi, Ankara, 1990.
CENKSEVEN, F., “Kekeme Ve Kekeme Olmayan Çocukların Anne-Çocuk İlişkisini Reddedici Algılama Düzeylerinin Öz-Kavramlarına Etkisinin Karşılaştırılması” Çukurova Üniversitesi,Sosyal Bilimler Enstitüsü,Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,ADANA-2000 
DUMANOĞLU, A. “Kekemelerde Yaygın Kekemelik Tutumlarının Kaygı Ve Depresyon Düzeyleri Açısından İncelenmesi” .Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü . Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2006 
DSM-IV-TR., “Tanı Ölçütleri Basvuru Elkitabı”, Amerikan Psikoloji Birliği Hekimler Yayın Birligi, 2004.
Embiyaoglu, G., “Kekemeliğin psikolojik ve psikanalitik açıdan incelenmesi”, İstanbul Üniversitesi Cerrah Pasa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kürsüsü, Doktora Tezi, İstanbul,1976.
Eryavuz, A., “Kekemelik tedavisinde Pasif Hava Akımı Tekniği’nin geçerlilik çalışması”, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir,1998.
Madanoğlu. G.K, “Kekeme Çocuklar  İçin  Bir Tarama Çalışması Ve Kekemelikle Baş Etme Konusunda Hazırlanmış Bir Programın Değerlendirilmesi”, Marmara Üniversitesi,Eğitim Bilimleri Enstitüsü,Eğitim Bilimleri Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi , İstanbul, 2005 
ŞENBAY, Nüzhet, “Alıştırmalı Diksiyon Sanatı”  Milli Eğitim Yayınları-İstanbul-1991 VURAL, Birol. “Doğru Ve Güzel Konuşma Sanatı” .Hayat Yayınları.6.Baskı.İstanbul-2007 Yıldırım,İbrahim-Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi.sayı:6.syf:175-189.1991
Yazıyı okuyan herkese, hangi kuramın hangi zamanda kurulduğunu ve çürütülüp onaylandığına dikkat etmesini tavsiye ederim.

Dikkatsiz okuyanlar bunların hala geçerliliğini koruyan ve birbirleriyle yarışan kuramlar olduğunu düşünebilirler.

Halbuki öğretide halı hazırda geçerli olan ve bilimsel deneylerle kanıtlanan teori beyindeki aktivitelerin normal konuşanlara göre farklılık göstermesi ve bunun (genelde genetik olan) nörofizyolojik bir altyapısı olması.